Psikolojik ağrılar son zamanlarda çok fazla karşımıza çıkıyor. Hiç doktora gidip tüm tahlillerinizin, filmlerinizin, kan testlerinizin temiz çıktığı halde hâlâ psikolojik ağrılar hissettiniz mi? Baş ağrısı, mide bulantısı, kalp çarpıntısı, nefes darlığı… Doktor sonuçlara bakıp “Her şey normal, bu durum psikolojik olabilir” dediğinde ne hissettiniz?
Çoğu insan o anda şaşırır. Çünkü ağrıyı gerçekten hissediyordur. Ama bir anda o cümleyle birlikte sanki yaşadığı şey “abartıymış” gibi hissettirir. Peki bu, “Ben mi uyduruyorum?” anlamına mı gelir? Kesinlikle hayır. O yaşadıklarınızın hiçbiri hayal ürünü değildir. O ağrı, o çarpıntı, o boğaz düğümü tamamen gerçektir. Sadece kaynağı bedenin içinde değil, biraz daha derindedir — duygularınızda, zihninizde, geçmiş deneyimlerinizde.
Biz genelde “psikolojik” kelimesini yanlış anlıyoruz. Sanki bu kelime “hayali” ya da “uydurma” anlamına geliyormuş gibi. Oysa gerçekte “psikolojik ağrılar”, duygusal kökenli demektir. Yani beden, söylenemeyen bir duyguyu, ifade edilemeyen bir gerçeği kendi diliyle anlatmaya çalışır. Bedenin de bir dili vardır. O dil kelimelerden değil, belirtilerden oluşur. Mide ağrısı, kas gerginliği, kalp çarpıntısı, yorgunluk, baş ağrısı, uyku bozukluğu… Hepsi bazen duyguların bedendeki çevirisidir. Tıpkı bir tercüman gibi, beden duyguları kendi biçiminde anlatır.
Psikolojide bu duruma somatizasyon denir. Yani duygusal sıkıntının bedensel belirtiye dönüşmesi. Özetle vücut hasta değil belki ama zihin fazla yüklenmiş durumdadır. Ve o yük, bir şekilde dışa vurmak ister. Kimi zaman bastırılmış öfke mideye vurur, kimi zaman kaygı göğüste baskı olarak hissedilir, kimi zaman suçluluk sırt ağrısı şeklinde ortaya çıkar. Duygular yaşanmadığında yok olmaz; bir yerlerde sıkışır ve sonunda psikolojik ağrılar olarak bedende kendini gösterir.
Bu durumu çok iyi anlatan bir örnek vardır. Bir danışanım bir gün şöyle demişti: “Mideme ağrılar giriyor ama hiçbir şey çıkmıyor. Doktorlar da hep ‘psikolojik’ diyor.” Sonra fark etti ki o ağrılar genellikle kendini bastırdığı dönemlerde ortaya çıkıyordu. Birine kızıyor ama söyleyemiyor, kırılıyor ama paylaşamıyordu. Ve o bastırılmış duygular mideye oturuyordu. Sanki sindirilemeyen duygular, sindirilemeyen yiyecekler gibi mideye yük oluyordu.
Fransız psikanalist Joyce McDougall, buna “bedenin dili” der. Yani konuşamayan duygular, bedenin diliyle konuşmaya başlar. Bir çocukken ağlaması yasaklanmış bir insan, yetişkin olduğunda psikolojik ağrılarıyla ağlayabilir. Çünkü beden, çocukluktan beri öğrenmiştir: “Söylemek yasak ama hissetmek serbest.”
Aynı şekilde Bessel van der Kolk “Beden Kayıt Tutar” kitabında çok güçlü bir cümle söyler: “Beden travmayı unutmuyor.” Yani zihin unutmaya çalışsa bile, beden o duyguyu bir yerlerde saklar. Travma sadece bir olay değildir; sinir sisteminde, kaslarda, hatta duruşta bile iz bırakır. Düşünün, yıllar önce çok ağır bir korku yaşadınız.
O anda belki ağlayamadınız, bağırmadınız, kimseye anlatamadınız. Ama sinir sisteminiz o anı kaydetti. O “tehlike” hissi, hala bir yerlerde aktif olabilir. Ve bugün benzer bir stres yaşadığınızda, bedeniniz o eski alarmı yeniden çalar. Kalp çarpar, nefes daralır, kaslar gerilir. Siz “neden böyle oldum” diye şaşırırsınız ama aslında beden sadece geçmişteki bir olaya tepki veriyordur. Bu, psikolojik ağrıların en temel mekanizmalarından biridir.
Unutmayın: bedenimiz susmak istemez. Biz bastırdıkça o başka bir yerden konuşur. Bir baş ağrısı olur, bir uyku sorunu olur, bir halsizlik olur. Bazen de hiçbir şey çıkmaz ama kişi “bir gariplik” hisseder. İşte o “gariplik”, çoğu zaman duyguların bedende taşıdığı sessiz mesajdır. Psikolojik ağrılar ile kavga etmek yerine onları dinlemek gerekir. Çünkü beden bir düşman değil, bir haberci. Mesajı çözmezsek, mesaj büyür.
Bedenle yeniden bağ kurmak iyileşmenin en temel adımlarından biridir. Yani bedenine düşman değil, dost gibi yaklaşmak. Ağrıyı susturmak değil, anlamaya çalışmak. “Ne anlatmaya çalışıyorsun?” diye sormak. O sorunun cevabı geldiğinde, ağrının da bir anlamı olur.
İşte o yüzden, yıllar sonra biri “psikolojik” dediğinde içimizde öfke yükselir. Çünkü o kelime, “zayıf” hissettirilmiştir bize. Oysa doktor “psikolojik ağrılarınız var” dediğinde aslında şunu demek istiyordur: “Senin bedenin, duygularının yükünü taşıyor. Gel, o yükü birlikte çözelim.” Bu cümle bir küçümseme değil, fark etme davetidir.
Evet, psikolojik ağrılarınız gerçek. Ama belki o ağrı bir duygunun bedendeki yankısıdır. O duyguyu fark ettiğinizde bedeniniz de rahatlamaya başlar. Bazen iyileşme küçük bir farkındalıkla gelir. Bir nefes alırsınız, bir şeyi anlatmaya cesaret edersiniz, yıllardır bastırdığınız bir gözyaşı akar. Ve birden o sıkışma hissi azalır.
Çünkü artık beden yalnız değildir. “Psikolojik” demek, gerçek değil demek değildir; tam tersine, başka bir gerçeğin ifadesidir. Bedeniniz size bir şey anlatmaya çalışıyordur, sadece kelimeleri farklıdır. Siz o dili öğrendikçe, psikolojik ağrılar yavaş yavaş anlamını kaybeder. Çünkü duygular yaşandığında, bedenin anlatmasına gerek kalmaz.
O yüzden, bir gün biri size “Bu psikolojik ağrılar” derse, sakın alınmayın. Çünkü artık biliyorsunuz: bedeniniz size karşı değil, sadece sizinle konuşuyor. Ve siz dinledikçe, o da yavaşça susar.