Her ne kadar bugünü yaşamak istesek de bunu her zaman yapamıyoruz. Bazen geçmişte yaşadığımız olaylar peşimizi bırakmıyor, bazen de geleceğe dair düşüncelerimiz: Yarın ne olacak, sınavımı geçebilecek miyim, işlerimi yetiştirebilecek miyim? Ya beni sevmezse-ya kötü bir şey olursa? İşte kaygı dediğimiz şey de tam olarak bu.
Yani henüz yaşanmamış olaylarla ilgili olumsuz düşüncelerin, bizi sürekli huzursuz etmesi aslında. Sanki içimizde biri daha var ve sürekli gelecekle ilgili kulağımıza kötü şeyler fısıldıyor. Gelecekle ilgili sürekli bir kötü senaryo üretiyor. İşte bu kötü senaryolar bir süre sonra zihnini o kadar rahatsız ediyor ki, bu senin iştahını kesiyor, belki başın ağrıyor, motivasyonunu kaydediyorsun, hatta yaşama isteğini dahi elinden alıyor.
Terapide çalıştığım birçok insandan hatta kendi çevremden de “kaygılarımdan nasıl kurtulurum, kaygılı olmamak için ne yapmalıyım” gibi sorular alıyorum, belki sen de bunu soruyor olabilirsin. Buna cevabım şu: kaygılarını yok edemezsin, onları yönetmeyi öğrenebilirsin. Birisi eğer sana “hiç kaygılanmamak için şunları yap” diyorsa eğer, bil ki çok da gerçekçi bir şey söylemiyordur. Çünkü kaygı aynı zamanda insanları hayatta tutan da bir olgu. Kaygıyla birlikte kendi hayatını da önemsiyorsun, mesela ışıklardasın ve karşıdan karşıya geçeceksin. O an ışığın rengine bakıyorsun ve araçlar için kırmızı ışık varsa sen karşıya geçiyorsun.
Eğer araçlar için yeşil ışık varsa o an geçmenin tehlikeli olduğunu düşünüyorsun ve duruyorsun. İşte bu mekanizmayı sağlayan şey kaygı aslında. Bir yanıyla bizi hayatta tutan da bir mekanizma yani. Veya öğrencisin diyelim ve sınav dönemin yaklaşıyor. Biliyorsun ki sınavdan düşük not alırsan bu senin hayatını kötü etkileyebilir, bu yüzden de sınava çalışıyorsun. Yani sanılanın aksine kaygı her zaman olumsuz, hayatı mahveden bir anlam taşımıyor. Bazen bizim için itici bir güç oluyor, bazen yaşamımızı devam ettirmemiz için de bir anahtar.
Fakat, eğer ki kaygılarımız bizim bugünümüzü huzursuz geçirmemize yol açıyorsa, sürekli gelecekle ilgili olumsuz senaryolar üretiyorsak ve bunlar bizim hayat akışımızı bozuyorsa, o zaman kaygının yönetilmesi gereken tarafları başlar. Nedir bu senaryolar? Mesela hoşlandığın biri var diyelim, ona bu duygularını açmak istiyorsun ve bunun için onu bir kahve içmeye davet edeceksin. Fakat kaygıların seni “ya kabul etmezse, ya onu rahatsız ettiğimi düşünürse, ya şöyle derse, ya böyle olursa” gibi düşüncelerle yoruyor. İşte bu kontrol edilmesi gereken bir kaygıdır. Veya 2 gün sonra hayatın için önemli olan bir sınavın var.
Daha önce de çalıştın ve gerçek anlamda o sınava iyi hazırlandın. Ama hazır olduğunu düşünmene rağmen hala kendini eksik hissediyorsun. Çünkü kaygılanıyorsun, yapamayacağını düşünüyorsun, yapamazsam ne olacak, insanlar benim hakkımda ne düşünecek, hayatım mahvolacak gibi düşüncelere kapılıyorsun. Sınava bu motivasyonla girersen tabii ki o sınavda kendi bilgilerini gösterememen kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Dolayısıyla kaygıyı yönetmek, eğer bu kaygı hayatımızı etkiliyorsa, yaşam kalitemizi artırmamız için kritik bir öneme sahip.
Biraz önce bahsettiğim gibi aslında burada amacımız kaygıları yok etmek değil, kaldı ki böyle bir şey çok fazla mümkün de değil. Amacımız bu kaygıları etkili bir şekilde yönetmek-bunun hayatımızı ele geçirmesine izin vermemek. Bunun için öncelikle bu kaygıların neden kaynaklandığını iyi bilmemiz gerekiyor. Biz aslında üç nedenden ötürü kaygılanılırız;
Peki bu ne demek, bunu biraz açalım. Hepimiz dünyada farklı şekilde yaşamımızı sürdürürüz. Başımıza gelen olayları farklı içselleştiririz ve bunlar bazen bizde korkuya veya kaygıya neden olur. Mesela daha önce trafik kazası yaşadın diyelim, bu sende araç sürmek veya o araca binmekle ilgili bir kaygıyı doğurur. Çünkü bu kaza sonrasında zihninde araç yolculuğuyla ilgili kötü izler kalır. Ve onu konuşmak dahi kalp atışını hızlandırabilir, sende tedirginlik yaratabilir.
Veya çok güvendiğin birisi var diyelim. Harika bir dostluğunuz var ve onunla kimseye söyleyemediğin sırlarını paylaşıyorsun. Ama o gidip başka insanlara bunu söylüyor ve ona güvenini kaybediyorsun. Bu durumda ne oluyor? Arkadaş kavramı-dostluk kavramı sende güvensizliği çağrıştırıyor. Ve sadece bu arkadaşlarla kurulan ilişkiyle de kalmıyor, bir süre sonra insanlara güvenmekle ilgili de sorunlar yaşıyorsun. Zihninde insanlar asla güvenilmez-kimseye sırlarımı anlatmamalıyım- hatta insanlarla çok fazla konuşmamalıyım gibi kural belirliyorsun. Aslında o insanlara güvenle yaklaşmanı kaygıların engelliyor.
Ama bu deneyimlere ve zihnindeki bu kurallara göre hayatını devam ettirdiğini düşünürsek, demek ki asla araçla yolculuk yapmayacaksın veya asla bir insana güvenmeyeceksin. Bu da hayatımızın devamlılığı imkansız bir şey. Çünkü bizler sosyal varlıklarız, sürekli hareket halindeyiz, bir yerden bir yere gidiyoruz, alışveriş yaparken bile insanlarla iletişim kuruyoruz. Aslında yaşadığın bu olumsuz deneyimler hayatın diğer alanlarında da kendini gösteriyor. Özetle gelecekte de aynı şeyleri yaşayacağını düşünüyorsun.
Peki burada kaygılarını yönetmek için yapmalısın? Öncelikle hangi konuda kaygı yaşıyorsun, bununla ilgili geçmiş deneyimlerinde neler var ve sen buna nasıl tepki veriyorsun, bu sorulara yanıt ver. Çünkü dış dünyayla yaşadığımız bu deneyimler kendini genellikle gerçeklikten uzak şekilde gösteriyor, bizim kaygı yaşamamıza sebep olur.
Mesela daha önce boğulma tehlikesi geçiren bir arkadaşım var. Şuanda çocuk havuzuna dahi giremediğini söylüyor bana. Havuzun derinliği dizlerine gelse de orada nefes alamayacağını düşünüyor ve bunun gerçekleşeceğine dair çok yüksek bir inancı var. Bu mesela eminim sana gerçeküstü geliyordur, diz mesafesine gelen bir havuza nasıl giremez diyorsundur belki içinden, fakat travmatik deneyimler yaşayan insanların kaygıları gerçekten bu derece yüksek olabiliyor. Dolayısıyla kaygılarının gerçekliğini, o senaryoları kendi içinde irdelemen gerekiyor. Bunun tekrar gerçekleşme olasılığını ne, gerçekten tekrar bunu yaşayacak mısın, bunu biraz gözden geçir. Mesela biraz önce güvendiğin birinin sana ihanet etmesinden dolayı, herkese güvenini kaybettiğini söylemiştim. Tüm insanların güvenilmez olduğuyla alakalı bu düşüncene inancın eminim ki çok yüksek. Ama bu ne kadar gerçekçi, herkes için bu geçerli mi, her insandan zarar görür müsün, lütfen bunu biraz sorgula. Gerekiyorsa bunu net şekilde anlamak için notlar al-başka birinden bu soruları yanıtlamasını iste. Bunu irdeledikçe göreceksin ki, senin bu düşüncelerin aslında travmalarından dolayı şekillenen bir felaketler dizisi. Ardından da bu düşüncelerinin doğru olduğuna dair o inancın zamanla azalacak.
Biz doğduktan sonra aslında birçok şeyi görerek ve deneyimleyerek öğreniyoruz. Mesela küçük yaşlarında çok fazla koştuğun günleri düşün. Eminim annenden ya da babandan “çok fazla koşarsan hasta olursun, koşmadan oyna” gibi bir cümle duymuşsundur. Ama eminim, her dışarı çıktığında da terledin ve annen o kıyafetleri söylenerek makinaya attı ve sana yaramaz olduğunu söyledi. Veya bir şeyleri düşürüp kırdığında anne-baban tarafından azarlandın. Mesela ilk okulda bir sınıf arkadaşınla itişip kakıştığını düşün. Bunun sonucunda da sana bağırıp çağıran birileriyle karşılaştın. Bu örneklerde aslında şunu deneyimliyorsun-şunu öğreniyorsun; ailemin söylediklerinin dışına çıkarsam cezalandırılırım, ya da daha az sevgi görürüm, ya da daha az şefkat görürüm.
Bunu deneyimleyen bir çocuğun, büyüdüğünde kendi kendine karar alma mekanizmasında zorluklar yaşaması normal gibi. Sonrasında da bu insan tabii ki hayatta yeni şeyler denemekten kaçar, kendi kendine karar vermekten vazgeçer, çünkü tekrar cezalandırılacağını düşünür. Ve katı kurallar belirleyerek tekrar bunu yaşamak istemez.
İşte kaygının bir diğer yüzü de bu oluyor. Hoşlandığın biriyle konuşmadan önce senin kaygı yaşamana sebep olan şey bu, ailen tarafından yeterli desteği göremediğin için, kendi kendine karar alabilme mekanizman, birileri tarafından yargılanarak büyüdüğü için burada da kendine hayat kuralları belirliyor. Tekrar yargılanmamak için, tekrar sevgisiz kalmamak için, tekrar eleştirilmemek-destek görmek için bulunduğun yerde kalıyorsun. Çünkü sen bunları yaparsan, herhangi bir olumsuz yargıyla karşılaşmayacaksın, biri bana söylenir mi diye kaygılanmayacaksın. Herhangi bir endişen olmayacak.
Aslında kısa vadede oldukça yararlı gibi görünse de uzun vadede bir insan hayatı için, işlevselliği son derece düşük. Çünkü kendine koyduğun bu hayat kuralları da aslında kaygılanmana sebep olabiliyor. Bir yandan yeni şeyler denemek isterken, bir yandan da onu yaptıktan sonra karılaşacağın tepkiyi düşünüyorsun. Ve hareket edemeden kaygıların seni ele geçiriyor. Burada yapman gereken şey şu; kendine koyduğun o katı kurallarını-değiştirilemez yaşam listeni düşün ve bunları belirle. Bunun hayatına nasıl bir etkisi olduğu gözlemle. Bu sana, yaşamın için belirlediğin kurallarının şuanda da çalışıp çalışmadığını gösterecek. Dolayısıyla da bunlar uzaklaştığında, kaygıyla hareket etmeye de bir son vereceksin.
Şu şekilde açıklayayım; mesela henüz küçük bir çocukken dünya bize çok daha büyük görünür, her şey biraz daha kocamandır. Mesela bir otobüs bize çok daha kocaman görünür, bir uçak bize çok daha devasa görünür. Bu büyük hacimli nesnelere karşı da küçücük bir çocuğun korkması, gayet normal. Mesela otobüse yaklaşırken bile bu bir çocuk için kaygı verici olabilir. Bu noktada çocuk ne yapar, korktuğunu-kaygılandığını ailesine söyler. Onlardan kendisini korumasını talep eder yani.
Bu noktada eğer ebeveynler küçük çocuğun bu korkusunu ciddiye almazsa, gülerek onun kaygılarını yok sayarsa dünyaya karşı derin bir güvensizlik duymaya başlar. Kaygının bir diğer sebebi de aslında bu. Burada ne olur, çocuk kendisinin önemsiz olduğunu düşünür ve hayatta kendini korunmasız hisseder.
Mesela şunu çok fazla görüyorum: küçük bir kedi veya köpek gören bazı çocuklar bu hayvanlardan korkabiliyor. Kendisine yaklaşan bir kedi-köpek gördüğünde annesine bunu söylüyor ama annesinden “bir şey olmaz” gibi bir yanıt alıyor. Evet, çocuk o hayvanlardan belki zarar görmeyecek ama zihninde o hayvanların davranışına dair çok da fazla bilgi yok.
Ve kendini onların karşısında çok fazla savunmasız hissediyor. Korunmaya ihtiyaç duyduğu anda ise ebeveyninden böyle bir tepki alıyor. Dolayısıyla yetiştirilirken, dünyaya karşı kendimizi daha güvende hissetmemiz gereken zamanlarda o güveni alamadığımızda ve çevremizdeki insanlardan bunu gördüğümüzde bize kaygı yükleniyor. Burada da aslında kaygılandığımız şeylerin çevremizdeki insanlardan da olabileceğini, dolayısıyla da geçmişteki deneyimlerimizi gözden geçirmemiz, kaygılarımızı yönetebilmek için kilit bir rol oynuyor.
Carl Rogers: “Kaygı, kişinin kendisiyle olan uyumsuzluğunun bir göstergesidir.”