Son dönemde şöyle cümleleri hiç duydun mu? “hayatta hep güçlü olmalısın, hep mutlu olmalısın, hep pozitif kalmalısın, sağlam durmalısın hayata karşı” Çok fazla insanın bu cümleleri kurduğuna şahit oldum ve bununla ilgili bir video çekmek istedim. Çünkü aslında bu durum bir ruh sağlığı virüsü gibi. Her ne kadar burada iyi niyetle bir arkadaşın veya ailen bunu söylüyor olsa da aslında bu cümleler ruh sağlığımızı bozan bir duruma bizi sürüklüyor. Hatta bunun psikolojide önemli bir yeri var ve buna toksik pozitiflik deniyor, yani zehirli mutluluk hali. Nedir bu zehirli mutluluk hali: sürekli olumlu duyguları yaşamak-olumsuz duyguları yok saymak. Mutsuz olduğunda, üzüldüğünde, içinden ağlamak geldiğinde mesela bu duyguları yok sayıyorsun ve bastırıyorsun. Bunu bir volkan gibi düşün, sürekli en üzüldüğün şeyleri o volkanın içine atıyorsun, ağlamıyorsun, üzüleceğin bir olaya üzülmüyorsun. Bunun sonucunda ne olur? Doğal olarak o volkan bir süre sonra bu kadar şeye dayanamaz ve patlar. Yani bastırdığımız bu kötü duygular kendini daha yıkıcı şekilde gösterir hayatta. Tabii bizler bu toksik pozitifliği zamanla çevremizden öğreniyoruz. Hatta sosyal medya da bu konuda önemli bir etken. Orada herkes mutlu, eğlenceli anıları paylaşıyor. Birçok şey daha parlak, daha ilgi çekici. Hayatın hep o güzel yanları var orada. Fakat gerçek dünyada aslında üzüntülerimiz, hatalarımız, yapamadıklarımız da var.
Üzüldüğümüz veya yeterince iyi yapamadığımız şeyler üzerine genellikle çevremizdeki insanlar bize şunları söylüyor: “Bu kadar büyütülecek bir şey yok, bak insanlar ne zorluklar yaşıyor-iyi düşün iyi olsun-kendin için güçlü durmalısın”. Sürekli bunları duymak da bir süre sonra mutsuzluğumuzdan utanmamıza sebep oluyor. Sanki üzülmek ayıpmış veya zayıflıkmış gibi bu durumu saklama gereği hissediyoruz içimizde. Çünkü ilk etapta zihnimize bu düşünce, yerleşiyor ve daha sonra da kalıcı hale geliyor. Dolayısıyla bu söylemlerin aslında bizim üzerimizde yapıcı bir etkisi olmuyor. Tam aksine çok fazla yıkıcı etkileri oluyor. En başta duygularımızı yaşamayarak kendimize yabancılaşmamıza sebep oluyor. Zamanla kim olduğumuzu unutuyoruz-bizi rahatısz eden şeyleri unutuyoruz, kırmızı çizgilerimizi-hayattaki değerlerimizi unutuyoruz. Fakat bizi biz yapan her şey geçmişteki üzüntülerimizi ve bu değerlerimizi de kapsıyor.
Eğer sen de bu tarz cümleleri çok fazla duyduysan ve zihnin o mutsuz duyguları yok sayıyorsa-bastırıyorsa sana bununla baş edebilmek için izlemen gereken 3 adımdan bahsedeceğim.
Bazen bizler kötü hissetmeyi, olmaması veya asla yaşanmaması gereken bir ruh hali olarak görürüz. Bu sebeple kendimizi sürekli iyi ve mutlu olmaya ya da en azından öyle görünmeye zorlarız; gerçek duygularımızı, üzüntülerimizi bastırmaya çalışırız. Bu duyguları o kadar bastırırız ki, bastırdığımız bu olumsuz duygular bize yük olmaya başlar. Bir süre sonra da hiç üzülmememize rağmen kendimizi yargılamaya başlarız. “Neden hala mutsuzum, neden hala yüzüm gülmüyor, herkes mutlu ama ben bir türlü mutlu olamıyorum”. Bu cümlelerle sürekli mutsuz olduğumuz duygular üzerinden kendimizi eleştirirken buluruz. Aslında belki de hayatında görünen hiçbir sorun yok ama yine de bu mutsuzluk halini yaşıyorsun. İşte bunun sebebi yaşadığımız olumsuz duyguları kabul etmememiz. Peki duygularımı nasıl kabul ederim diye bir soru sorabilirsin noktada! İlk olarak duygularını adlandır. “Şuan hangi duyguyu yaşıyorum, ne hissediyorum, veya bu bana nasıl hissettiriyor” gibi sorularla hangi duyguyu yaşadığını kendine sesli bir şekilde söyle. O duyguyu tanımla. Gerekiyorsa bunları bir kâğıda yaz. Veya yakın hissettiğin biriyle bu duyguları paylaş. Ona duygularını açık şekilde ifade et. Bu sana o duyguların aslında utanılacak veya seni zayıf gösterecek duygular olmadığını kanıtlayacak. Dolayısıyla bu histen kurtulmak yerine hissettiğin duyguyu yaşa. Öteleme, veya bunu bastırma. O duyguyu kötü veya iyi gibi de nitelendirme. Sadece var olduğunu kabul et. Çünkü bu duyguyu yok saydığında, o duygu geçmiş olmuyor. Bu konuda Ünlü İngiliz yazar ve düşünür Aldous Huxley’nin çok sevdiğim bir sözü var, ve noktayı bence iyi özetleyen cüme: “Gerçekler, yok sayıldığında bile var olmaya devam eder”.
İşin aslı, kötü hissetmek de bazen en dibi görmek de yaşamın bir parçası. Eğer kötü hissetmezsek, iyi olma halini de bilemeyiz, mutlu olmanın kıymetini de. Bazen bu kötü hissetme halini psikolojik bir sorun olarak tanımlayabiliyoruz. Fakat zaman zaman kötü hissetmek ve işlerin yolunda gitmemesi de yaşamın olağan bir akışı. Çünkü hiç kimse, iyi oluş halini, mutlu olma halini hayatı boyunca aynı oranda sürdüremez. Hep çok fazla mutlu olamazsın. Yaşamımız boyunca hayatta sorunlarla karşılaşıyoru. Bu sorunlarla mücadele ediyoruz. Bir bakıma hayat da bu mücadeleden ibaret zaten. Hatta bazı durumlarda kötü hissetmek, ilerlemeyi de beraberinde getiren bir itici faktördür. Çünkü bu sayede zorlayıcı durum veya olaylar karşısında yaşadığımız güçlüklere karşı direnebilmeyi de öğreniyoruz. Yani zorluklarla baş etme becerimiz gelişiyor. Duygusal anlamda güçleniyoruz, çünkü o yaralarla baş ettiğimizde yeni yaralarımızı onarmayı çok daha iyi yapıyoruz.
Tabii ki burada “kötü hissetmeliyiz” demiyorum, sadece “kötü de hissetmeliyiz ve bunu deneyimlemeliyiz” diyorum. Ancak bu şekilde duygularımızı güçlendirebiliriz. Şöyle düşün, partnerinle şu sıralar sorun yaşıyorsun diyelim. Artık eskisi gibi anlaşamıyorsunuz, sürekli kavga ediyorsunuz ve tabii ki sen de mutsuz oluyorsun bu durumdan. Sana bu noktada bir arkadaşın gelip “ama iyi yanlarından da bakmaya çalış” dediğinde kendini anlaşılmamış ve daha yalnız hissedersin öyle değil mi? Zorunlu mutluluk yanılsamasındaki durum da bu söylemlerdeki gibi gerçeği örtbas etmek oluyor. Halının altına süpürüyoruz yani o olumsuz duyguları. Bir an için bile onu düşünmesek, o aslında belleğimizde yer ediniyor. Ki zaten düşünmeyerek-yok sayarak o zorlayıcı duygulardan da arınmış olmuyoruz. Bu yüzden kendine karşı dürüst ol. Eğer kötü hissediyorsan, o duyguda kal. O Olumsuz duyguları deneyimlemeye çalış. Çünkü kötü hissetmek, bir şeyler için üzülmek eğer o duyguyu yaşıyorsan seni zehirlemez, aksine bu duyguyu yok sayarsan veya bastırırsan işte o zaman zehirli bir hale gelir.
Bu Zehirli Mutlu Olma Halinden Kurtulmanın Bi-Diğer Basamağı Da Konfor Alanımızı ve İçindeki İnsanları Değiştirmek
Konfor alanı bizim için bir sığınak gibidir. Hepimiz orada kendimizi daha güvende hissederiz. Bu sığınak bizi stresten, kaygıdan, korkudan korur. Fakat uzun süre o alanda kalmak, aynı zamanda yeni beceriler öğrenmemizin de önünü tıkıyor. Hep aynı insanlar, hep aynı yerler bize bu zorunluluk halini yüklüyor. İster istemez bizler de bu labirentten kopamıyoruz ve olumsuz duyguları kapının dışında bırakıyoruz. Orası bizim için güvenli, ve hayatın o kötü-puslu yanını görmüyoruz belki evet, ama gerçek duygularımızı yaşamak yerine, yarattığımız güvenli dünyadaki o duyguları yaşıyoruz sadece. Daha böyle poliyannacı bir yaşam sürüyoruz. Halbuki, insanlığımızın en önemli yanı hissetmektir. Eğer kötüyü hissedemezsek, iyiden de zevk alamayız. Bir süre sonra o da heyecanını yitirir. Konfor alanında kalmak da bize bunu hissettiriyor. Zehirli bir mutluluk yaşamamıza sebep oluyor. Yapılması gereken şey basit: hayatın kötü yanlarını-bizi üzen taraflarını da görmeye çalışmak. Üzgün müsün mesela, o an bu duyguyu yaşa. Kızgın mısın, o an öfke duygunu yaşa. Yeni insanlar tanırsın, ihanet uğrayabilirsin, o insandan beklentilerini göremeyebilirsin. Ama yine de o insanı tanımış olursun. Bazı şeyleri üzüntüyle deneyimlemek, bizi biz yapan en büyük faktörlerden biri.
Toksik pozitiflikte kendimize aldığımız en ağır yüklerden biri de zorunlu bir mutluluk etiketi oluyor. Nedir mesela bu?-“Her gün enerjik olmak zorundayım, yoksa işler yürümüyor.” ,“Ne kadar stresli olursa olsun, yine de işimde mutlu olmalıyım” , “Hep güler yüzlü olmalıyım”, “Ne olursa olsun hiçbir insanla tartışmamalıyım”. Bu cümlelerle kendimize zehirli mutluluk misyonları yüklüyoruz. Bu da bizi ağırlaştırıyor çünkü zamanla bir yük haline geliyor. Mesela seni küçümseyen, sürekli seninle dalga geçen bir arkadaşın var diyelim, sen “ Eğer onunla tartışmaya girersem kendimi kötü hissederim-üzülürüm bu yüzden ona bunu söylememeliyim” dediğinde bunu yaşamaya devam edersin. Veya herkese karşı-her söylenilene karşı gülerek yanıt verdiğinde insanlar seni üzdüklerinde “olsun, yine de güleyim” dediğinde o duyguları bastırarak, kendi üzerindeki yükü ağırlaştırıyorsun. Yani özetle bu cümlelerle kendini öyle davranman gerektiğine inandırıyorsun. Peki hep enerjik miyiz hayatta, stresli olsak dahi sürekli mutluluk görüntümüzle mi var olmalıyız insanların içinde? Eminim bunu yapan birçok insan, her ne kadar olumsuzlukları yok saysa da bir süre sonra kendinden de rahatsız olmaya başlıyorlar.
Bu etiketleri bazen yargılanmamak adına yüklüyoruz kendimize, bazen de iyi performans göstermek adına. Peki sonunda ne oluyor; kim olduğumuzu, ne için çalıştığımızı, neyi sevdiğimizi, gerçekten bizi nelerin mutlu ettiğini unutuyoruz. Biraz önce de bahsettiğim gibi, kendimize mutlu insan etiketi takarak, kendi yüklerimizi ağırlaştırıyoruz. Peki bu etiketlere karşı ne yapmalısın?
Bu etiketleri kullanmamak adına en başta kendine kurallar koymalısın. İlk kuralın “bir insan olduğunu ve yaşamın hep gülmekten-hep mutlu olmaktan ibaret olmadığını” kendine sıkça hatırlatman olsun. Böylelikle kızdığında bunu o insana söyleyebilirsin, veya bir insan seni üzdüğünde-sana kırıldığın şeyler söylediğinde ona bunu ifade et. Kısaca açıklıkla ne hissettiğini önce kendine, sonra çevrendekilere söyle. Bunu bir süre deneyimledikten sonra hayatının bir parçası haline gelecek.
“Eğer duygularımızla baş edemezsek, hayatımızın geri kalanı da düzensiz olur.”
Leo Tolstoy