Hiç kendi hayatını yaşamak yerine, başkalarının senden beklediği hayatı yaşadığını hissettin mi? Belki seçtiğin meslek aslında senin hayalin değildi. Belki giydiğin kıyafetler bile aslında başkalarının onayını almak için seçildi. İşte tam da bu noktada karşımıza çıkan kavram, “kendim gibi olmak.”
Çoğumuz farkında olmadan “kendimiz gibi” yaşamaktan uzaklaşıyoruz. Çünkü toplum, aile, sosyal medya ve başarı algısı bizi belli kalıplara sokuyor. Bu süreçte farklılıklarımızı yitiriyor, adım adım birbirimizin kopyası haline geliyoruz. Psikolojide buna tektipleşme deniyor.
Halbuki hepimizin ruhunun en temel ihtiyacı özgünlük, yani kendi kimliğimizi koruyabilmek. Gel birlikte daha yakından bakalım: Tektipleşme nedir, bizi nasıl etkiliyor ve en önemlisi bu döngüden çıkıp kendim gibi olmak için neler yapabiliriz?
Tektipleşme, bireysel farklılıklarımızı kaybedip birbirimize benzemeye başlamamızdır. Bu sadece kıyafetlerde değil, düşünce yapımızda, hayallerimizde, hatta günlük rutinlerimizde bile kendini gösterir.
Örneğin sosyal medyada herkesin aynı kahve zincirinde aynı kupayla poz verdiğini görüyorsun. Ya da mezun olduktan sonra neredeyse herkesin tek hedefi “iyi bir iş, ev, araba” üçgenine girmek oluyor. Bizi biz yapan, bizi farklılaştıran şeyler yavaş yavaş yok oluyor.
Tektipleşmenin en tehlikeli yanı, insanın kendine yabancılaşmasıdır. Bir süre sonra kendi sesini duyamaz hale gelir, “Ben gerçekten ne istiyorum?” sorusuna cevap veremez olur. İşte bu noktada kendim gibi olmak kavramı devreye giriyor.
Toplum baskısı, “kendimiz gibi” yaşamamızı engelleyen en güçlü faktörlerden biridir. Daha çocukluğumuzdan itibaren bize bazı kalıplar öğretilir. Başarı, mutluluk ya da doğru yaşam tarzı sanki herkes için aynıymış gibi anlatılır. Örneğin, “Komşunun çocuğu şu bölümü kazandı, sen de kazanmalısın” ya da “Herkes bu yolu seçiyor, sen neden farklı davranıyorsun?” gibi cümleleri sık sık duyarız. Bu söylemler, farkında olmadan bize şunu hissettirir: Farklı olursan yanlış yapıyorsun.
İnsan doğası gereği kabul görmek ve dışlanmamak ister. İşte bu yüzden çoğu zaman kendi hayallerimizi bir kenara bırakıp, kalabalığın yaptığına yöneliriz. Daha güvenli, daha risksiz gibi görünür. Fakat bu durumun görünmeyen bir bedeli vardır: Zamanla kendi isteklerimizden uzaklaşır, başkalarının beklentilerini yerine getiren bir hayat sürmeye başlarız. Yani aslında sahneye çıkar, ama kendi senaryomuzu oynamak yerine toplumun yazdığı rolü üstleniriz.
Günümüzde sosyal medya, en güçlü tektipleştirme araçlarından biri haline geldi. Instagram, TikTok ya da YouTube’a girdiğinde sürekli aynı içerikleri, aynı tarzda giyinen insanları ve aynı mekânlarda çekilmiş fotoğrafları görürsün. Bunun nedeni, algoritmaların trend olanı öne çıkarmasıdır. Böylece farklı olan geri planda kalır, herkes aynı kalıba girmeye çalışır.
Birey de sosyal medyada kabul görmek, beğeni almak ve görünür olmak için bu trendleri kopyalar. İlk başta bu durum eğlenceli veya zararsız gibi gelebilir, fakat zamanla kişi kendi zevklerinden uzaklaşarak yalnızca “nasıl görünmeliyim” sorusuyla yaşamaya başlar. Yani başkasının beğenisi uğruna, kendine ait olmayan bir hayatı sürdürür. Bu da uzun vadede kişinin kendi ruhuyla arasına mesafe koymasına sebep olur.
Başarı kavramı da çoğu zaman dar kalıplar içinde tanımlanır. İyi bir maaş, prestijli bir iş, kariyer basamaklarını hızla tırmanmak ya da popüler olmak başarı olarak görülür. Toplum, bunların dışında kalan yolları çoğu zaman küçümser veya önemsiz sayar.
Oysa gerçek başarı, kişinin kendine uygun olan yolu seçebilmesidir. Fakat birçok insan bu cesareti gösteremez. Örneğin resim yapmayı çok seven bir genç düşün. Ailesi ona, “Sanattan para mı kazanılır? Git mühendis ol.” dediğinde, genç kendi yeteneğini ve tutkusunu bırakıp toplumun uygun gördüğü mesleğe yönelir. Bu durumda dışarıdan bakıldığında “başarılı” biri gibi görünse de, iç dünyasında eksik ve mutsuz hisseder. İşte tektipleşme tam da böyle başlar: İnsan kendi yolunu bırakıp, başkalarının belirlediği başarı tanımına uyar.
Bugünün dünyasında hepimiz farklı yönlerden çekiliyoruz: toplumun beklentileri, sosyal medyanın dayattığı trendler ve başarıya dair dar kalıplar… Bu kadar baskının ortasında kendi sesimizi duymak çoğu zaman zorlaşıyor. İşte bu yüzden “kendim gibi olmak” bir tercih ya da lüks değil; hayatımızı sağlıklı, dengeli ve mutlu yaşayabilmemiz için temel bir ihtiyaç.
Kendi özgünlüğünü koruyabilen bir insan, kimliğini daha sağlam temellere oturtur. Yani, başkalarının ne düşündüğüne göre değil, kendi değerlerine göre kararlar alır. Bu da beraberinde özgüveni, tatmin duygusunu ve daha sağlıklı ilişkileri getirir. Çünkü gerçekten kendin olduğunda, diğer insanlarla kurduğun bağlar da daha samimi ve daha gerçek olur.
Unutma: Mutluluk, toplumun alkışladığı bir hayatı yaşamaktan değil, senin ruhuna iyi gelen bir hayatı seçmekten doğar. Başkalarının gözünde “doğru” olan yol, senin için yanlış olabilir. Ama kendi yolunu seçtiğinde, içindeki huzuru bulursun.
Belki şu anda şunu düşünüyorsun:
“Tamam da, herkes aynı yöne koşarken ben nasıl durup kendi yolumu çizeceğim? Ya yalnız kalırsam? Ya başarısız olursam?”
Bu sorular çok normal. Çünkü farklı olmak her zaman cesaret ister. Ama şunu bil ki yalnız değilsin; hepimiz bu ikilemleri yaşıyoruz. Önemli olan, bir noktada kendi iç sesini yeniden duymaya başlamaktır.
Kendim gibi olmanın yolu küçük adımlardan geçiyor:
Değerlerini keşfet: Sana neyin iyi geldiğini öğren. Hayatını başkalarının değerlerine göre değil, kendi pusulana göre yönlendir.
Kıyaslamayı azalt: Hayat bir yarış değil. Herkesin temposu, koşulları ve deneyimleri farklıdır.
Cesur ol: Fikirlerini dile getirmek, kendi yolunda yürümek başlangıçta zor gelse de zamanla sana özgürlük verir.
Yaratıcılığa alan aç: Küçük bir deftere not almak bile seni yeniden kendine bağlayabilir. Yaratıcılık, özgünlüğünü korumanın anahtarıdır.
Bu adımlar belki küçük gibi görünebilir, ama seni bambaşka bir hayata taşıyabilir. Dünyayı değiştirmek zorunda değilsin. Ama kendi yolunu çizdiğinde, zaten en önemli değişimi yapmış oluyorsun: Kendine sadık kalmayı seçiyorsun.
Ve unutma, kendin gibi yaşamak sadece seni mutlu etmez; çevrendekilere de ilham verir. Çünkü özgün bir insan, varlığıyla başkalarına da “ben de kendi yolumu seçebilirim” cesareti aşılar.