Öz şefkat günümüzde en çok aranan konulardan biri. Düşünsene… biri sana sürekli “Yetersizsin. Hatalısın. Hiçbir şeyi doğru yapamıyorsun.” dese ne hissedersin?
Üzülürsün, öfkelenirsin, uzak durmak istersin değil mi?
Peki ya bu sözleri sana başkası değil de, kendi zihnin söylüyorsa?
Günümüzde, öz şefkat nedir sorusunu soran ve kendine kötü davranan, en ufak bir zorlukta kendini yargılayan çok fazla insan var. Üstelik bu yargılar, tıpkı bedenimizde açılan bir yara gibi, zamanla üzerimizde iz bırakıyor. Küçük şeylerden dolayı kendimizi o kadar sık ve sert bir şekilde eleştiriyoruz ki, bir süre sonra hayatı adeta yara bere içinde geçiriyoruz.
Ve bunun sonucunda da ruhsal sorunlar yaşamaya başlıyoruz. “Kendimi sevmiyorum” diyoruz. İşte tam da bu yüzden bu yazıyı yazmak istedim, öz şefkat egzersizleri ve öz şefkatin önemi hakkında konuşmak istedim. Çünkü kendimize nasıl davrandığımız, ruhsal sağlığımız üzerinde büyük bir belirleyicidir.
Öz şefkat en temelde “kendini sevmek” anlamına gelir, ancak konu bu kadar basit değil. Ben öz şefkati, insanın kendinden memnun olması olarak tanımlıyorum. Bu yazıda, bir insanın kendinden memnun olması için neler yapabileceğinden söz edeceğim. Ama önce şu soruyu biraz açalım: Biz neden kendimize sürekli en sert eleştirilerde bulunuyoruz?
İnsanın kendinden memnun olmamasının en temel sebebi, kendini fazlasıyla yargılamasıdır. Ancak burada sana “kendini yargılamayı bırak” gibi basit bir tavsiye vermek istemiyorum, çünkü bu senin bilinçli olarak yaptığın bir şey değil. Zihninde seni sürekli eleştiren bir ses var ve bu ses, farkında olmadan seni sürekli aşağıya çekiyor. Mutlu olduğun bir anda bile, neden mutlu olmaman gerektiğini söylüyor. Motivasyonunun yüksek olduğu zamanlarda, seni motive eden şeyi küçümseyerek hevesini kırıyor. Yani kısaca bu iç ses sana hep şunu söylüyor: “Yeterince iyi değilsin. Eksiksin. Daha fazlası olmalısın.”
Bu noktada bilmen gereken çok önemli bir şey: Bu ses aslında bize ait değil. Çocuklukta duyduğumuz ve zamanla zihnimize kazınan sesler bunlar. Bir başkasının bize söylediği şeyleri, bir kol saati gibi üzerimize taktık ve yıllar geçtikçe bu ses bizim bir parçamız haline geldi. Bu yüzden, başarılı olsak bile bu konuları yok sayıp kendimizi başarısız hissediyoruz.
Hayatımızda bir şeyler yoluna girse bile, her an her şeyin bozulacağı hissine kapılıyoruz. Çünkü kulaklarımız bunları duydu, zihnimize bu kazındı. Her ne kadar yok saymaya çalışsak da en umutlu olduğumuz anlarda bile bu iç ses devreye girip kendini bize hatırlatıyor.
Tam da bu noktada, öz şefkat nasıl geliştirilir sorusunun cevabı devreye giriyor. Yani bu eleştirel iç sesi fark edip yumuşatmamız gerekiyor. Peki bunu nasıl yaparız? Öncelikle, kendini eleştirdiğin birçok şeyin senin hatan olmadığını, hata yapsan bile bunun seni başarısız biri yapmadığını kendine hatırlatarak başlayabilirsin. Çünkü başarı, mutluluk, kabul görmek… bunlar sadece hayatın bazı parçalarıdır. Hiç kimse hayatın her alanında mükemmel olamaz.
Öyle bir şey olması için bir makine olmamız gerekirdi. Hatta makineler bile hatasız ve eksiksiz çalışamıyor. Dolayısıyla yapamadıklarımız bizi eksik biri yapmaz, bu insan olmamızın bir özelliği. Bir konuda başarısız olmak, tüm hayatımızı başarısızlıkla etiketlememize neden olmamalı.
Neden? Çünkü bizi biz yapan şey, yaşadığımız bütün deneyimlerin toplamıdır. Küçük bazı şeyleri yapamıyor olmamız, bizim bütünsel anlamda yetersiz olduğumuz anlamına gelmez. Evet, geliştirmemiz gereken yanlarımız olabilir ama bu bizi tamamlanmamış bir insan yapmaz.
Bu nedenle gün içinde kendini eleştirdiğin şeylere dikkatlice bak. Gerçekten bu konular kendini bu kadar sert yargılayacağın eksiklikler mi, yoksa herkesin zaman zaman yaşayabileceği, oldukça insani durumlar mı? Ve bu soruya her seferinde dürüstçe yanıt ver. Çünkü kendimize haksızlık ettiğimizi fark etmek, öz şefkat teknikleri arasında ilk ve belki de en önemli adımdır.
İçindeki öz şefkati geliştirmek için uygulayabileceğin bir diğer pratik de şu: Ne zaman kendini sert bir şekilde eleştirirken yakalarsan, önce bir dur. Derin bir nefes al ve düşün: Çok sevdiğin birini, senin kendini eleştirdiğin şekilde eleştirir miydin? Aynı hatayı o yapsaydı, ona bu sözleri söyler miydin? Büyük ihtimalle buna cevabın hayır olacaktır. O hâlde kendine karşı da bu sözleri söylememelisin. Çünkü senin de, sevdiğin insanlar kadar anlayışa ve desteğe ihtiyacın var. Unutma, içimizdeki bu acımasız eleştirmeni susturmanın yolu onu bastırmak değil, ona karşı konuşma şeklimizi değiştirmektir.
Bu konuda etkili olabilecek basit ama güçlü bir egzersiz daha söylemek istiyorum: Her gün, sadece 5 dakikalığına da olsa, aynanın karşısına geç ve kendine iyi gelen bir cümleyi yüksek sesle söyle. Mesela şöyle cümleler kurabilirsin:
“Elimden geleni yapıyorum ve bu şuanda benim için gayet yeterli.”
“Şu an zorlanıyor olabilirim ama bu beni zayıf yapmaz.”
“Her insan hata yapar, ben de insanım ve herkes gibi ben de hata yapabilirim.”
Bu tür ifadeler zamanla zihninde yeni düşünce yolları açar. Eleştirel iç sesi fark ettiğinde, onun karşısına daha şefkatli bir ses koymuş olursun. Ve zamanla bu yeni ses güçlenir. Kendini daha az tehdit altında hissetmeye başlarsın. İçsel olarak daha güvende hisseden bir insan da hayata karşı daha güçlü bir duruş sergiler.
Ayrıca, kendine şefkatli davranmanı engelleyen en büyük etkenlerden biri de, kendini başkalarıyla kıyaslamandır. Ve günümüzde bu kıyaslamaya çok fazla maruz kalıyoruz. Sosyal medyada gördüğümüz görüntüler, insanların başarı hikâyeleri… Her şey bizi tetikleyebiliyor. Oysa tüm bunlar, dış dünyanın filtrelenmiş halleri.
Yani bu görüntülerin arkasında ne yaşandığını, ne mücadeleler verildiğini bilemeyiz. Dolayısıyla kendi hayatını, kendi iç dünyanı başkalarının vitriniyle kıyaslamamalısın. Çünkü senin hayatının değerini yalnızca sen bilirsin ve o değer, hiçbir dış görüntüyle ölçülemez.
Son olarak bir noktadan daha bahsetmek istiyorum. Öz şefkatin en önemli adımlarından biri de kusurlarını kabullenmektir. Çünkü kendinden memnun olmak, mükemmel olmakla ilgili değildir; aksine, eksik yanlarını da sevgiyle sahiplenebilmekle ilgilidir. Hepimizin geliştirmesi gereken yönleri var. Ama bu yönler, bizi değersiz ya da yetersiz yapmaz. Hatalarımız, eksiklerimiz ya da başaramadıklarımız… Bunların hepsi insan olmanın bir parçası.
Düşünsene; sabah işe geç kaldığında ya da bir arkadaşına doğum gününü unuttuğun için kendini hemen “düzensiz” veya “kötü bir insan” olarak etiketleyebiliyorsun. Ya da iş yerinde küçük bir hata yaptığında “Ben zaten başarısızım” diye düşünüyor olabilirsin. Oysa bu tür durumlar, herkesin zaman zaman yaşadığı, oldukça insani şeylerdir. Bizi tanımlayan şey bu hatalar değil, o hatalara nasıl yaklaştığımızdır.
Kusurlarına karşı nazik olmayı öğrendiğinde, kendini sürekli düzeltmen gereken biri gibi görmekten de vazgeçersin. Bu da sana daha derin bir iç huzur kazandırır. Çünkü artık içindeki o eksik yanlarla savaşmak yerine, onlarla barışmaya başlarsın. Ve bu barış hali, seni daha özgür, daha gerçek bir insan yapar.
Kusurlarına sarılmak, “Ben olduğum halimle de yeterliyim” diyebilme cesaretini getirir. Bu, ne gelişmeyi bırakmak anlamına gelir, ne de sorumluluktan kaçmak… Aksine, daha sağlıklı bir değişim için güçlü bir zemin oluşturur. Çünkü insan, kendini ancak sevdiği zaman dönüştürebilir.
Kendinden memnun olmak; kusursuz olmak değil, olduğun haliyle barış içinde yaşamak demektir. Kendini sürekli düzeltmeye, değiştirmeye çalışmadan da değerli hissedebilmek öz şefkatin özüdür.
Evet, gelişmek güzeldir. Ama hayattaki en büyük gelişim, olduğun yerde durup, “Ben bu hâlimle de yeterliyim” diyebilmektir.
Çünkü kendinden memnun olduğunda hayatla savaşmazsın, kendinle barışık yaşarsın. Ve en çok da o zaman güçlenirsin.