Kafaya takmamak mı? Aslında şu sıralar sohbet ettiğim herkes birilerinin söylediklerini veya yaptıklarını kafaya takmış vaziyette. O bana şunu dedi, neden böyle söyledi, bu bunu yaptı acaba beni küçük mü görüyor, sevgilim bana geç cevap verdi acaba beni sevmiyor mu? Zihinlerinde sürekli birileri var veya başka başka olaylar var. O olayları da sürekli zihinlerinde döndürüyorlar. Ve finalde de sürekli bir şeyleri kafaya takmaktan kurtulmaya çalışıyorlar.
Belki sen de şu anda buna benzer bir durumdasın. Yakınındaki birinin bir davranışını ya da söylediği bir sözü zihninde büyütüyorsun. Sürekli düşünüyorsun, sorguluyorsun ve bu zihinsel yorgunluktan bir türlü kurtulamıyorsun.
Aslında eğer sen bir şeyi çok fazla kafana takıyorsan, bu genellikle o olayla ilgili değil de geçmişte benzer bir durumun sende bıraktığı travmatik izlerle ilgili oluyor. Bu durumu bir uçağın kara kutusu gibi düşün. Yaşadığın her olay oraya kaydedilir.
Ve zihnin, geçmişte seni incitmiş veya çok üzmüş bir duruma benzer bir şey algıladığında da seni uyarır. “Burada bir tehlike olabilir, tetikte ol” der. İşte bu yüzden bazı şeyleri sürekli düşünürsün. Zihin aslında bu şekilde seni korumaya çalışır. Dışarıda geçmişteki gibi bir tehlike algıladığından senin için bir nevi kalkan görevi görüyor.
Mesela bir arkadaş ortamında oturuyorsun. Güzel bir sohbet var ama kimse seni muhabbete dahil etmiyor. Belki sessiz kalıyorsun ya da konuşacak fırsat bulamıyorsun. O an içinden şöyle diyorsun: “Sanırım beni sevmiyorlar.” Bu düşünce o an için gelip geçici gibi görünür ama bazen de günlerce seninle kalabilir. O an belki bir cümle bile etmeden sadece içinde taşırsın o duyguyu.
Peki neden aslında bu kadar etkileniyorsun? Çünkü geçmişte seni değersiz hissettiren bir anı, bu durumu senin için bir tehdit haline getiriyor. Yani bu sadece bugünün olayı değil, o andaki hissettiğin duygu değil. Bu, geçmişte yaşadığın ve sende iz bırakan bir olayın yansıması. Sen burada o arkadaş grubunun içinde kötü hissediyorsun ama bunu ama zihninde sürekli taşımanın sebebi de geçmişteki travmatik duyguların. Demek ki eskiden bu duruma benzer bir yara aldın, ve hala yaranın izlerini taşıyorsun.
Bu noktada şunu fark etmen ve kendine söylemen çok kıymetli: “Ben aslında şu anda geçmiş bir duygunun izlerini yaşıyorum”.
Biraz önce bahsettiğim gibi bu şekilde zihnin geçmiş deneyimlerine göre seni orada korumaya çalışır, evet. Ama bazen bu koruma, seni gereksiz yere yorar. Hayat kaliteni düşürür, insanlarla olan ilişkilerini etkiler ve içsel huzurunu bozar. Bu yüzden bir şeyleri kafaya takıyorsan eğer bunun ilk adımı, durup duygularını biraz fark etmenden geçiyor. Yani “Bu his bana tanıdık geliyor. Daha önce de böyle hissetmiştim. Belki bu sadece bugünün meselesi değil.” Diyebilmek gerekiyor.
Bu farkındalık noktası çok önemlidir. Çünkü burada artık zihnindeki düşünceleri sorgulamaya başlayabilirsin. Biz genelde düşüncelerimizin gerçekliğine çok fazla inanırız ve bu gerçekliğe de tutunup yaşamımızı ona göre şekillendiririz. Ama kafaya taktığımız her şeyin bugünle alakalı olmadığını fark etmek bize şunu kazandırır: düşünceler her zaman bugünü yansıtmaz, her zaman gerçeği yansıtmaz. Yani düşüncelerini gerçek sanmak yerine, onları gözlemlemeye geçersin.
Aslında kafaya takmakta zor olan kısım şu: Zihnin seni koruduğunu sanarken aslında seni geçmişe hapsediyor. Yani o arkadaş ortamında seni üzen şey söz hakkının sana gelmemesi değil, geçmişteki bir yaranın hala duygularını yaşıyor olman.
Ayrıca bir şeyleri aşırı kafaya takan insanlar bir süre sonra da kendine acımazca davranmaya başlıyorlar. “Bunu neden bu kadar düşündüm ki?” Diye kendilerine kızmaya başlıyorlar. Ama geçmişteki yaralarından ötürü asla bunu yapmaman gerekiyor çünkü bu senin bilerek yaptığın ve kontrolünde olan bir şey değil. Sen orada sadece geçmişin bir yankısını bugünde hissettin. Ve bunu fark etmek artık bu döngüden çıkma gücünü sana kazandırır.
Peki diyelim kafamıza taktığımız şeylerin geçmiş yaralarımızdan ileri geldiğini bir noktada fark ettik. Bu farkındalıkla ne yapacağız?
İlk olarak kendine nazik davranmalısın. Çünkü bu döngüler içinde kendine yüklenmek, seni daha çok yorar. Zihnin seni geçmiş acılardan korumaya çalışıyor olabilir ama sen artık o eski durumda değilsin, eski yaralarınla yaşamıyorsun. Şu an buradasın ve o olay çoktan geçti. Belki de sadece hatırası kaldı. Ve şunu unutma: hatıralar gerçek değildir, sadece geçmişin izleridir.
Bu noktada kendine şu soruyu sormayı da deneyebilirsin, farkındalık açısından senin elini daha da güçlendirebilir:
“Gerçekten şu an olan durum tehdit mi, yoksa sadece geçmişin izlerini mi taşıyor?”
Bu soru bile seni bugüne getirir. Geçmişte yaşamadığını, şuanki olayları bugünle değerlendirmen gerektiğini sana hatırlatır. Bugünkü olayın kendisi mi seni üzüyordu yoksa geçmişteki duyguların mı? Göreceksin ki bunun cevabını buldukça zihinsel yükün de günden güne azalacak. Çünkü artık fark etmediğin ve otomatik şekilde gelen o düşünceler yerine kontrolü kendi eline alacaksın. İşte bu noktadan sonra artık zihnin dönüşmeye başlar.
Çünkü fark etmek her zaman ilk adımdır. Peki ya ikinci adım? Tabii ki “kendinle yeni bir ilişki kurmak”tır. Yani zihninde sürekli dönen o düşüncelerle savaşmak yerine onlara kulak verip, neyi anlatmaya çalıştıklarını anlamak… Onları bastırmak, susturmak ya da yok saymak yerine, “Bu düşünce bana ne anlatmak istiyor?” diye sorman gerekiyor..
Mesela şöyle bir iç ses geliştirebilirsin:
“Evet, şu anda bir şeyleri kafama taktım. Ama bunun nedeni bugünkü olaydan çok, geçmişte yaşadığım ve beni derinden etkileyen bir deneyim olabilir. Şu an o deneyimin gölgesini taşıyor olabilirim. Bu benim zayıf olduğum anlamına gelmiyor. Aksine, insan olduğumu ve duygularımın geçmişle bağlantılı olabileceğini gösterir.” Ayrıca bu konuyu detaylıca anlattığım bir video var, istersen ona da bakabilirsin.
Bu tarz bir iç konuşma, zihninin yargılayacı bir yapıdan, anlayan bir yapıya geçmesini sağlar. Zamanla da kendinle kurduğun bu empatik diyalog, duygusal dayanıklılığını da güçlendirerek bir şeyleri kafaya takma alışkanlığı kırar.
…….
Zihninin geçmişin izlerini bugüne taşıdığı her an, insan kendi içinde görünmeyen bir yükle yaşamaya başlar. O yük bazen bir bakışın olur, bazen söylediğin bir söz olur, bazen de sessizlice içinden düşündüklerin olur ve kendini bu şekilde belli eder. Bu da kafaya takmamak dediğimiz şeyi sabote eder. Sen, aslında ne olduğunu tam olarak anlamasan da içten içe bir huzursuzluk duyarsın. Bu huzursuzluk, çoğu zaman bugünün değil, geçmişte yarım kalmış duyguların bir yansımasıdır.
Zamanla bu döngü insanları yorarken, bu şekilde yaşamak kendine karşı da acımasızlaşmana sebep olur. Sürekli aynı şeyi düşünüyor olmanın ağırlığı, duyguların dalgalanması ve bir türlü rahatlayamamak… Bunların hepsi, zihnin içinde sıkışıp kalmanın belirtileridir. Halbuki bu süreçte ihtiyaç duyduğun şey, baskılamak değil, anlamaktır.
Eğer zihnini susturmak istersen o daha çok bağırır. Ama eğer onu duymak istersen de sakinleşir. Çünkü zihnin de en temel ihtiyacı anlaşılmaktır. Bir düşünce gelip geçtiğinde, onunla savaşmak yerine sadece fark etmek, içsel dengeyi kurmanın en etkili yoludur bunu unutma. Bu farkındalık geliştikçe, kişinin kendine yaklaşımı da değişir. Eskiden yargılayıcı bir sesle konuşan iç dünya, zamanla daha anlayışlı, daha sakin bir hale gelir.
Bu dönüşümle birlikte düşünceler daha az zorlayıcı, duygular daha az sarsıcı olmaya başlayacak. Çünkü kafaya takılan her şey yavaş yavaş çözülürken, insan geçmişin zincirlerinden özgürleşir. Artık aynı olaylar bile eskisi kadar rahatsız etmez. Çünkü duygular tanınmış, anlaşılmış ve kabul edilmiştir.
İçsel huzur da işte tam burada başlar. Düşünceleri yönetmek değil, onları anlamak öncelik haline gelir. Zihinle dost olunduğunda, yaşam daha sakin, daha derin ve daha anlamlı bir hal alır. Geçmişin gölgesi hala orada olabilir ama artık bugünün ışığını kesemez. Çünkü içsel bir güç gelişmiştir. O güç, yaşanmışlıkların bilgeliğinden beslenen bir sakinliktir.
Artık sen kendini zorlayan düşüncelerle savaşmak yerine, onlarla yan yana yürümeyi öğrenmiş olursun. Zihnin her hareketini, bir tehdidin değil de, bir korunma isteğinin parçası olarak görmeye başlarsın. Ve bu bakış açısı, kendine şefkatle yaklaşmanı sağlar. İçsel yolculukta en kıymetli şeyin kendine karşı nazik olabilmek olduğunu
Bu yeni bakış açısıyla birlikte, kafaya takılan her şey yavaş yavaş anlamını yitirir. Çünkü artık kişi bilir ki, bazı düşünceler sadece gelir ve gider. Tıpkı rüzgar gibi. Ve insan, o rüzgarda savrulmak yerine, köklerini derinleştirmeyi öğrenir.
Eğer sürekli bir şeyleri kafaya takıyorsan, umarım bu anlattıklarım uyguladığında işine yarar.. Kendine iyi bak