İyi hissetmek istiyorsan tamamını okumanı tavsiye ederim. Öncelikle birisi bana ne yapsam bana çok iyi gelir, tek başına benim içinde bulunduğum ruh halini düzeltir diye sorsa galiba ona saçmalamayı çok sev derdim. Evet, saçmalamayı çok sevin. Gerçekten saçmalamayı çok sevin. Çünkü bu bence bir insanın ruhsal olarak ne kadar güçlü olduğunun en önemli göstergesi. Ayrıca İyi hissetmek için bu ilaca ihtiyacımız var. Neden peki?
Bir insanın kendini güçlü ve iyi hissetmek için, prangalarından arınmış şekilde, kendini bir yere hapsetmediği zamanlar yaşamalı. Bunun da en kestirme yollarından birisi saçmalamak. Bu sana özgür olma ehliyetini kazandırır. Nefes almak gibi düşünün bunu, veya su içmek gibi. Aslında bizim çok ihtiyacını çektiğimiz ve iyi hissetmek için gerekli olan şeylerden biri.
Neden bu metni yazıyorum? Öncelikle konuyu detaylandırmadan önce bunu açıklayayım. Hayatımızda kendi rollerimizin içine çok fazla sıkıştığımızı gözlemliyorum. Yani o kadar çok kendi sıfatlarımız çevresinde yaşıyoruz ki, bazen insan olduğumuzu göremiyoruz. Mesela benim Barış olarak hayatımdaki sıfatlarımdan birisi psikolog olmak.
Ben hayatımın her anında psikologmuş gibi bir yaşam süremem. Çünkü ailem var, arkadaşlarım var farklı sosyal ortamlarım var. İyi hissetmek için bu kısım önemli. Ayrıca tüm bunların hepsinde psikolog olamam. Çünkü bu bana sadece yük bindirir. Her an analiz eden, her an ölçen, her an anlamlandırmaya çalışan biri olmak, kişinin kendisiyle bile iyi hissetmesine engel olur, öyle değil mi?
İşte mesele de tam olarak burada başlıyor. Biz günlük hayatımızda bunu gözden kaçırıyoruz. O kadar çok sıfatlarımızla bütünleşiyoruz ki bazen hiç saçmalamıyoruz, inanılmaz anlamlar yüklediğimiz birçok şeyin peşinden koşuyoruz ama sonucunda da kendimizi daha da kötü hissederken buluyoruz. Evet, belki hayatımızda ilerliyoruz ama duygularımızı yok sayarak, kim olduğumuzu bilmeden ilerliyoruz. Bunu da bize sağlayacak tek şey kendimiz olmak.
Bize hep “mantıklı ol”, “önce düşün taşın-sonra hareket et”, “ayıp olur”, “insan ne der?” gibi şeyler söylendi. Ama bizim kendi içimizdeki o ‘insan’ ne diyor? Onun sesini duymamak için ne kadar da çaba sarf ediyoruz, farkında mısınız?
Mesela, bir kafede tek başınıza otururken içinizden gülmek geldi—ama “etraftakiler ne düşünür?” diye içinize attınız. Dolayısıyla İyi hissetmek ikinci plana atıldı.
Veya evde yalnızken dans etme isteği geldi, “ya biri görürse?” diye yapmadınız. İşte bu tür zamanlar, aslında kendi hapishanenizin gardiyanı oldunuz. İyi hissetmek bir yana nefes almak bile zor hale geliyor. Ayrıca şunu hatırlamakta fayda var; kendi özgürlüğünüzü kendiniz çaldınız.
Saçmalamak derken, elbette sorumsuzca, zarar verici şeylerden bahsetmiyorum. Bahsettiğim, içindeki o saf, filtresiz, “aslında ben buyum” diyen çocuğa izin vermek. O çocuk, henüz “ayıp” kavramını, “mantık” kavramını bilmez. Sadece hisseder ve bu hissi yaşamak ister.
Belki de bu yüzden çocukken bu kadar mutluyduk, hatırlıyor musunuz? Çünkü saçmalama iznimiz vardı. Yeri geldi kumda oynadık, üstümüz başımız kirlendi. Yeri geldi anlamsızca kahkaha attık. Ama büyüdükçe, “ayıp, yasak, mantıksız” duvarlarını gereğinden fazla ördük etrafımıza. Ve şimdi o duvarların arasından, “Acaba özgür müyüm-acaba ben neden kötü hissediyorum?” diye sorguluyoruz.
Kaçımız bugünlerde gerçekten kahkahalar atıyoruz veya kaçımız kendi kendimize gülüyoruz? Ya da “Başkasının ne düşüneceği” filtresini kapatıp sadece içimizden geldiği gibi davranabiliyoruz? İşte bu yüzden “saçmalamak” aslında göründüğünden çok daha derin bir özgürlük pratiği.
Peki, bunu nasıl yapabiliriz?. Bana sorarsanız saçmalamak, en basit tanımıyla, “kendi kurallarınızın dışına çıkmaktır.” Hayatı, zihnimizde yazdığımız görünmez bir “kural kitabı”yla yaşıyoruz: ”Nasıl davranmalıyım?”, “Neye gülmeliyim?”, “Bu yaştan sonra olmaz!” gibi sürekli kurallarımız var.
Ve saçmalamak, bu kişisel kural kitabını bilinçli olarak bir kenara fırlatıp, bir süreliğine özgürce sayfaların dışına çıkmaktır. Bu bir isyan değil, bir nefes molasıdır. Kendi kendinize uyguladığınız baskıya karşı bir “dur” deme eylemidir.
Mesela;
Ve işte sihir tam da burada olur: Kendi kurallarınızın dışına çıktığınız her an, aslında içinizdeki şu farkındalığı beslersiniz: “Bak, kuralımı çiğnedim ve dünya yıkılmadı. Ben hâlâ güvendeyim ve hatta daha özgürüm.” Bu his, size katı bir “kural koyucu” olmadığınızı, kurallarınızı esnetebilen “yaşayan bir insan” olduğunuzu hatırlatır.
Ve işte bu küçük anlar birikmeye başladığında, içinizde çok ilginç bir şey olur: Kendinizi daha hafif hissetmeye başlarsınız. Çünkü insan sadece yaptığı işler, başardığı hedefler, taşıdığı unvanlar kadar değil; aynı zamanda kendine izin verdikleri kadar da vardır. Kendine “saçmalama izni” veren biri, aslında hayata da “beni olduğum gibi kabul et” deme cesaretini gösterir. Bu, hem ruhu hem de ilişkileri inanılmaz rahatlatır.
Çünkü bir düşünün… Hepimiz biraz yorgunuz. Hepimiz “yetişkinlik” adı verilen o disiplinli sahnede, üzerimizde görünmez bir kostümle rol yapıyoruz. Başarılı olmak, doğru davranmak, mantıklı olmak, saygılı olmak, dikkatli olmak… Bunlar tabii ki kötü şeyler değil. Ama sadece bunlarla yaşadığında, sahnede oynamaktan kulise hiç geçememiş biri gibi oluyorsun. O yüzden saçmalamak, kulise geçip kostümünü çıkarıp “Oh be!” demektir. O arada derin bir nefes alırsın, kendini yeniden hatırlarsın, hafiflersin.
Ve aslında bakarsan, saçmalamak seni daha olgun bir insan bile yapar. Çünkü birey olmanın içinde hem disiplin hem oyun aynı anda vardır. Sürekli kendi üzerinde baskı kuran biri zamanla tükenir, ama kendine oyun alanları açan biri yenilenir. Bir yetişkinin çocukluğuna sahip çıkması, davranışlarında kontrolsüzleşmek değildir; aksine, ruhunun ağırlığını dengelemeyi bilmesidir.
Eğer bu metni okuyorsan, muhtemelen uzun zamandır güçlü durmaya çalışıyorsundur. Belki çevrene karşı, belki ailene, belki de kendine karşı… Hep “doğru” olanı yapmaya, “mantıklı” davranmaya, “iyi görünmeye” çalışmış olabilirsin. Ama güçlü olmak bazen her şeyi kontrol etmek değildir. Bazen en büyük güç ve iyi hissetmek için gereken ilk adım, kendine bir anlığına bile olsa serbestlik tanımaktır.
Çünkü hayat; ciddi işlerin, yoğunluğun, sorumlulukların arasında nefes almayı unuttuğumuzda sıkmaya başlar. Kalbimizin daraldığını, zihnimizin yorulduğunu, ruhumuzun ağırlaştığını hissederiz. Ve işte tam bu noktada, iyi hissetmek bize en iyi gelen şey kim olduğumuzu hatırlamaktır. Saf halimizi. Doğal halimizi. İçimizdeki o özgür, hafif ve oyunbaz tarafı.
Şunu unutmamamız gerekiyor: Biz bir rolden ibaret değiliz. Biz yalnızca bir sıfat değiliz. Biz, içimizdeki o saçmalayabilme cesaretini taşıyan ve bu cesaret sayesinde gerçekten iyi hissetmek için bir kapı aralayan insanlarız.
Görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın. Ve lütfen… bol bol saçmalayın. Çünkü bazen en ciddi iyileşme ve kalıcı iyi hissetmek hali, en saçma görünen yerden başlar.