Aşırı hassaslık.. Eğer aşırı hassaslık ve duygusallık yaşayan bir insansan eminim hayat senin çok zordur. Çünkü duyguların daha derindir, algıların daha keskindir. Bu da kimsenin umursamadığı küçük şeylerin bile seni daha fazla üzmesine yol açıyordur. Bu videoyu aslında o duygusallıktan kurtulmalısın gibi bir başlıkla çekmiyorum, çünkü bunu bir hastalık veya kaçınılması gereken bir sorun olarak görmüyorum, çünkü duygusal bir insan olmak hayatın tüm diğer renklerini de görmeni sağlar. Sadece aşırı hassaslık durumunun seni olumsuz anlamlarda daha az yorması için değiştirmen gereken 3 davranıştan bahsedeceğim.
Peki aşırı hassaslık yaşayan insanların 3 psikolojik hatası nedir? Aşırı hassaslık yaşıyorsan bunları mutlaka değiştirmelisin.
Aşırı hassas insanlar genellikle diğer insanların duygusal sorumluluğunu çok fazla üstleniyor. Yani karşındaki birisi çok mutsuz mesela, kendini hemen onun mutsuzluğunu gidermek zorunda hissediyorsun. Ve bunu o kadar çok yapıyorsun ki, bir süre sonra hem duygusal olarak çok yoruluyorsun hem de kendi sınırlarını zorluyorsun. O an sen de kötü hissediyor olsan bile, kendi duygularını bir kenara bırakıp karşı tarafın eksik olan duygusunu telafi etmeye çalışıyorsun. Ama başkalarının hissettiklerini sürekli kendi omuzlarında bir yük gibi taşımak, farkında olmadan içten içe seni tüketiyor.
Halbuki herkesin kendi duygusal dünyası ve sorumulukları var. Burada şunu da sorabilirsin: e yanında olmayacak mıyız o insanların, onlara destek vermeyelim mi? Kesinlikle destek vermeliyiz, ama oradaki her şeyi tek başına üstlenmemen gerekiyor. Çünkü birinin yanında olmak demek bu değil. Şöyle düşün, bir dağ yürüyüşüne çıkmışsın. Eğer arkadaşın yürümekte zorlanırsa ona elini uzatırsın, veya çantasından bir şeyler alıp onun yükünü hafifletirsin değil mi? Ama tırmanması gereken yolu onun yerine çıkamazsın. Senin görevin “Yalnız değilsin” diyebilmek, “bu acıyı senin yerine ben yaşayayım” demek değil. Dolayısıyla duygusal destekle duygusal sorumluluğu birbirine karıştırmamalısın. Bir arkadaşının mutsuzluğunu anlamak ve yanında olmak çok değerli ama onun bu süreci yaşamasına da izin vermelisin.
İkinci olarak eğer duygusal bir yapın varsa, eminim ki birini sevdiğinde bunu içten, yoğun ve sadık bir şekilde gösterirsin.
Birine gerçekten değer verdiğinde, onun iyiliğini çoğu zaman kendi önceliklerinin bile önüne koyarsın. Mesela çok yorgun olsan bile, moralinin bozuk olduğunu bildiğin biri için gecenin bir vakti mesaj atarsın. Küçük bir isteğini bile aklında tutar, yerine getirirsin. Onun mutluluğu için düşünür, plan yapar, emek verirsin.
Ama zamanla bu çabanın aynı şekilde karşılık bulmadığını fark ettiğinde, bunu açıkça dile getirmek yerine içine çekilirsin. Sessizce uzaklaşırsın. Kırılırsın ama kırıldığını belli etmezsin.
Beklentilerin karşılanmadıkça da içinde bir yorgunluk oluşur. Sevginin karşılıksız kaldığını düşündüğünde duygusal olarak tükenmeye başlarsın ve kendini o ilişkiden içten içe uzaklaştırırsın.
Mesela herkesin doğum gününü önemseyip içten, uzun mesajlar yazarsın ama senin doğum gününde gelen kısa ve yüzeysel bir mesaj seni susturur, içine kapanmana neden olur.
İşte bu noktada fark etmen gereken şey şu: Sevgi verirken ilgi ve karşılık beklemek kötü bir şey değil, en insani ihtiyacımızdır. Ama bu ihtiyacını hep bastırırsan, zamanla kendini hem yetersiz hem de görülmemiş hissedersin.
Oysa duygusal olarak dengede kalabilmek için sadece vermek değil, sınır çizebilmek ve duygularını ifade edebilmek de gerekir.
Unutma, herkes sevgisini aynı şekilde göstermez. Birisi bunu sürekli mesaj atarak yaparken, bir başkası yanında olarak ya da küçük bir jestle sevgisini gösterir.
Bu farklılıkları anlayabildiğinde, ilişkiler daha gerçekçi ve sağlıklı bir zemine oturur.
Eğer ilgisizlik seni gerçekten etkiliyorsa, bunu içinde bastırma. Duygularını, ihtiyaçlarını açıkça dile getir.
Nazik ama net bir iletişim tarzı, hem senin sınırlarını korumana yardımcı olur hem de karşındakiyle arandaki bağın daha sağlam olmasını sağlar.
Evet, sevgi karşılık beklemeden verildiğinde daha derindir. Ama bu, kendini yok sayman anlamına gelmez. Gerçek sevgi, hem senin varlığını önemser hem de karşındakine alan bırakır. Dolayısıyla karşılıklılık ilkesini biraz daha merkeze koyarsan bu aşırı duygusallığın sende bıraktığı yaralar biraz daha azalacak.
Ve üçüncü olarak… Aşırı duygusalsan belki de farkında bile olmadan, sürekli “Acaba birini kırdım mı?”, “Şu sözüm yanlış anlaşıldı mı?”, “Beni seviyorlar mı?” gibi sorularla kendini yoruyor olabilirsin. Çünkü aşırı hassaslık yaşayan insanlar genelde başkalarının duygu durumlarına karşı çok daha açık oldukları için, onlardan gelen en küçük bir mesafeyi bile hemen kişisel algılayabiliyor. Birisi biraz mesafeli davrandığında, hemen kendi içinde bir sorgulama başlıyor: “Bir şey mi yaptım?”, “Beni artık istemiyor mu?” “Bir sıkıntı mı var” gibi.
Ve sonra ne oluyor biliyor musun? Bu düşünceler seni “herkesin seni sevmesini sağlama” çabasına sürüklüyor. Sürekli uyumlu olmaya, herkese iyi davranmaya, hiç kimseyi üzmemeye çalışıyorsun. Ama işte tam bu noktada içindeki sen yavaş yavaş silinmeye başlıyor. Çünkü sen de bir insansın, senin de yorulduğun, istemediğin, katılmadığın, hayır demek istediğin şeyler var. Ama bu ‘onay alma arzusu’ seni bunları bastırmaya itiyor. Finalde de senden geriye hiçbir şey kalmıyor.
Halbuki öz saygı tam da burada devreye giriyor. Öz saygı, herkes seni beğendiği için değil, sen kendini tanıyıp kabul ettiğin için gelişen bir şeydir. Herkesin seni sevmesine gerek yok. Gerçekten değerli ve sahici ilişkiler, sen kendi sınırlarını koruduğunda da seni seven insanlarla kurulur. Yani biri sadece “evet” dediğin için seni seviyorsa, orada zaten seni değil, senin memnun etmeye çalışan halini seviyordur.
Ara sıra kendine şu soruyu sorman bu noktada çok yararlı olacaktır: “Ben şu anda bir şeyi gerçekten istediğim için mi yapıyorum, yoksa sadece kırmamak ya da sevilmeye devam etmek için mi yapıyorum?”
Eğer cevabın ikinciyse, biraz durman gerekiyor. Tekrar kendin gibi davranman gerekiyor. Çünkü öteki durumda uzun vadede uyumlanmaya çalışmak seni hem tüketecek hem de içsel olarak kendine yabancılaşmanı sağlayacak.
Ve unutma, aşırı hassaslık bir zayıflık değil. Ama bu gücün seni yönetmesine değil, senin onu yönetmene ihtiyacın var. Ve bu da ancak kendi duygularını, sınırlarını ve değerini sahiplenmenle mümkün. Herkesi memnun etmeye çalıştığında en sonunda kendini memnun edemez hale gelirsin. Bu yüzden artık başkalarının onayından önce kendi isteklerini ön plana koyman gerekiyor.
Unutma ki aşırı hassaslık seni zayıf yapmaz.
Aksine, seni çok daha derinden hisseden, en içten seven ve en gerçek yaşayan kişi yapar.
Ama artık sadece hissetmek değil, kendini de koruyarak yaşaman gerekiyor. Bu videoyu da bu yüzden çektim. Çünkü başkalarına iyi gelmenin yanında, kendine de iyi gelmeyi fark etmen gerekiyor.. Umarım bu anlattıklarım senin için bir rehber olur, bir şeyleri değiştirmende sana fayda sağlar.